Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Hafif yağmur
9°
Ara

Sosyal devlet maalesef unutuldu

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Sosyal devlet maalesef unutuldu

Son olarak İzmir'deki yangında yoksulluğun ve açlığın tüm acı gerçekleri bir kez daha gözler önüne serildi. TÜİK’in raporlarına göre 7 milyon çocuk yoksulluk ve sosyal dışlanma yaşıyor. 4 milyon 400 bin aile sosyal yardımla geçinmeye çalışıyor. Uzun yıllardır kent yoksulluğu ile ilgili çalışan Hacer Foggo, ‘Açlık sınırı şu an 25 bin, asgari ücret 17 bin, yoksulluk sınırı ise 70 bine yaklaştı. Bu tablo Türkiye’deki derin yoksulluğun göstergesi. Asgari ücretliler de derin yoksulluk yaşıyor, plaza çalışanları, büro çalışanları, kamu çalışanları da yoksulluk sınırının altında maaş alıyor. Çalışan yoksulluğu giderek artıyor” diyor.Şimdi yurdun her yerinde derin yoksulluk içinde olanlar var.Ortada bir sosyal devlet kalmadı.Halkın büyük kısmı kendi derdine düşürüldü. Ayrıca ülkemizde 18-24 yaş aralığındaki her 3 gençten biri (yüzde 31,1) ne eğitimde ne de istihdamda yer alıyor 
Eğitimde onca acil sorun varken Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in CHP ile laiklik polemiğine girmesi ne kadar doğru? Bizim bu arkaik tartışmaları bırakıp eğitimin kalitesini konuşmamız lazım… OECD eğitim raporuna göre, 15-19 yaş aralığındaki okullaşma oranında çok gerideyiz.

612 bin çocuk eğitimsiz kaldı 

612 bin çocuk sadece bu öğretim yılında ekonomik nedenlerle okul dışında kalıyor. Ama Milli Eğitim Bakanımız bu sorunu bir kere bile ağzına almadı, kendi sorumluluğu dışında daha sansasyonel gündemler yaratma peşinde, oysa çocuklar okulda değilse, sokakta ise risk altında demektir. İzmir’deki trajik olayda ilgili kamu kurum temsilcileri, kendileri dışında “suçlu” aradı önce “anne-baba” hedef gösterildi sonra o evi ziyaret eden “meslek elemanı” açığa alındı ama sistemin kendisi ve bu olaydaki ihmali yine görmezden gelindi.İzmir’de bir barakada anneleri hurda toplarken çıkan yangında beş kardeşin trajik ölümü yoksulluğun sadece, yiyecek, giyecek ve barınma gibi temel ihtiyaçlara erişememe hali değil yoksulluğun önlemi için “politikalara” ve “siyasetçilere” de erişememe halini bir kez daha gözler önüne serdi. Bu trajik olayda da ilgili kamu kurum temsilcileri, kendileri dışında “suçlu” aradı önce “anne-baba” hedef gösterildi sonra o evi ziyaret eden “meslek elemanı” açığa alındı ama sistemin kendisi ve bu olaydaki ihmali yine görmezden gelindi.

Çoklu yoksulluk hali 

İzmir’deki ailenin yaşadığı çoklu yoksulluk hali, yoksulluğun kalıcı ve yapısal bir problem olduğunu yeniden gözler önüne serdi. Geçinmek için çırpınanların artık yoksullukla başa çıkamama halini, hergün verdikleri mücadele, yalnızlaşma, hayatla baş etme yöntemleri ve sonunda tükenişlerini gören bir sisteme bir sosyal politikaya ihtiyacımız var. Çünkü yoksulluk derinleştikçe, zihinsel ve fiziksel olarak yaşanan tükenmişlik o evleri ziyaret eden kamu kurumlarının “sorusu” ya da sorumluluğu olmadı. Çünkü yoksulların tükenmişliği, hem kamu gözünde, hem güçlülerin/zenginlerin ve dolayısıyla neoliberal düzen temsilcileri için “tembellik” olarak algılanır, ucuz işgücüne karşı çıkma hali “iş veriyoruz beğenmiyorlar” sözüne dönüşür, sonra etiketleme, aşağılama ve damgalama ile devam ederler. Oysa “sosyal devlet”, sistem tarafından korunmasız, güvencesiz ve aç bırakılan insanlara ekonomik olarak koruma sağlamak zorundadır. 

Sosyal dışlanma 
Fakat uygulamada sistemin insanlara sunduğu en temel şey “sosyal yardım”, “sosyal dışlanma” ve “aşağılanma”, “ucuz işgücü” ve nihayetinde yoksulluğun çoğalması ve devredilmesi. Öncelikle yoksulluğun ve eşitsizliğin gittikçe derinleştiği bugünlerde onurlu bir yaşamın sağlanması için, kamu kurumlarının yeniden yapılanması ve geliştirilecek politikalarla yoksulluğun görünmeyen, görmezden gelinen boyutlarınında dahil olduğu insan hakları temelli bütüncül politikalara ihtiyaç var. Yoksulluğu devam ettiren yapısal problemleri ortadan kaldırmak, aynı zamanda yoksulluk içinde yaşayanların erişemedikleri temel haklara sahip olacakları gerçeğini, “hayırseverlikten” ve “yardıma muhtaç” bırakılmaktan öte yoksullukla mücadelenin yasal bir dayanak, hak ve kurumsal araçlarla ele alınması zorunluluk haline getirilmeli. Çünkü yoksulluk “kader” değil insan yapımı “politik” bir sorun.
Temel haklara erişememe yani “hak” yoksunluğu da bir yoksulluk halidir, eğitime erişememe, yetersiz istihdam olanakları ve sosyal hizmetlere erişememe, birçok insanı itibarlarından ve kendilerine bakma yeteneğinden mahrum etmektedir. Yoksulluk sürdükçe kaygı, stres artar bu da insan sağlığını olumsuz etkiler. Yoksulluk tüm bu faktörlerle ele alınmalı, yoksulluk içinde yaşayanların fiziken ve ruhsal olarak sağlıklı bir biçimde hayatta kalma sınırında temel ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri ve güvenlik içinde yaşamalarını sağlamaları için ihtiyaç duyulan sosyal politika mekanizmalarının yaratılması zorunludur.

Sosyal refah politikaları ve programları, insanların işsizlik, iş göremezlik, hastalık, annelik, çocuk yetiştirme, dulluk, sakatlık, yaşlanma ve yaşlılık dönemlerinde yeterli ve güvenceli dolayısıyla da dayanıklı ekonomik ve sosyal korumaya sahip olmalarını sağlayan temel politika araçlarıdır. Bireysel ve kurumsal kapasitelerin güçlenmesi ve geliştirmesiyle birleştirildiğinde, insanlar yoksunluk ve yoksulluk tuzağından kurtulabilir.

Yoksulluktan korunma hakkı

Türkiye’nin de parçası olduğu Avrupa Konseyi Avrupa Sosyal Şartı’nın 30.Maddesinde “yoksulluktan korunma hakkı”nı, BM Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi 12. maddesi ve BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 26 ve 27 maddeleri “beslenme, giyim ve konut dahil, yeterli bir yaşam düzeyi ve yaşama koşullarını sürekli olarak geliştirme hakkı”nı temel haklar arasında, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90. Maddesi ile tanımlanan usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası Anlaşmalar kanun hükmündedir. Dolayısıyla Anayasa ile güvence altına alınan uluslararası sözleşmelerin yükümlülükleri çerçevesinde yoksulluğu eğitimden sağlığa birçok insan haklarının ihlaline neden olan bir siyasi ve sosyo-ekonomik sorun olarak görülmelidir.
Bu nedenle yoksulluğu çoğaltan“değil yoksulluğu önlemek için yoksulluk içinde yaşayan her bireyin kendi kendine yeterliliğine yönelik fiziksel sosyal, duygusal engelleri de ortadan kaldırmak için adımlar atılmalı. Yani sadece yoksulluğu koliye, erzağa gıda kartına bağlamak değil bireyde/ailede yeniden inşa, yeniden başlayabilme gücünü ortaya çıkarmak. Çünkü yoksulluğun birbirine bağlı nedenleri ve her bir bireyin ailenin birbirine benzersiz ihtiyaçları var. Oysa ülkemizde sadece gelir ölçülüyor ve ona göre bir destek veriliyor, uzun erimli bir birey/aile yönetimine ihtiyaç var. Bu nedenle insan haklarını gözeten bütünsel bir yaklaşıma yani her adımda çocuğun, kadının, yaşlının vb. yanında olduğunu hissettirmek erişilebilir olmak, harekete geçebilecek gücü hissettirmek, çocukların hayatında fark yaratmak, örneğin çocuğun “suça itilmesini” önlemek, “eğitimde tutmak” böylece kuşaklararası yoksulluk riskini azaltmak.

Yoksulluk kalıcı hale geliyor

Yoksulluk içinde büyüyen çocuklarla ilgili yapılan araştırma ve elde edilen kanıtlara göre çocuklar yetişkin olduklarında da gıdaya, sağlığa, eğitime, istihdama, barınmaya ulaşmakta zorluk çekerler. Çünkü, çocuk, yoksulluk içinde yaşayan bir ailede doğmuşsa, aynı anda birden fazla yoksulluğa ve yoksunluğa maruz kalabilir. Örneğin, yetersiz beslenen bir çocukta gelişim bozukluğu ve öğrenme güçlüğü ortaya çıkabilir; kaliteli eğitime erişme güçlüğü çekebilir, yetişkin olduğunda da benzer şekilde düşük kalitede bir işte daha ucuza çalışabilir. Çocuk işçilik oranının son bir yılda dört puan artarak yüzde 22.1 olduğu sadece bir öğretim yılında 612 binden fazla öğrencinin ekonomik nedenlerle okul dışında kaldığı bir dönemde “suçlu” aramak yerine çürüyen bu sistemde, çocuğun bakımı ve gözetilme sorumluluğunun öncelikle sosyal devlete ait bir kamu görevi olduğu bilinci ile çocuğun yüksek yararı her zaman öncelikli olmalı. Geçtiğimiz son 10 yıldan bugüne kadar her yıl artan ekonomik kriz ve derinleşen yoksulluğun geldiği nokta, kiralar, gıda enflasyonları, sürekli etiket değişimlerinden dolayı insanların kredi kartlarına bağımlı olarak borçla ayakta kalmasına neden oldu. Özellikle son 10 yıldır yani 2018’den başlayarak her yıl derinleşen bir yoksulluk var. Geçinemiyorsunuz ve sürekli kredi kartlarıyla borçlu yaşıyorsunuz, borçla ayakta kalıyorsunuz, artık borçla gıdaya erişmek zorunda kalıyorsunuz. 

Kahvaltılık almak bile lüks oldu

Kiraların yükselmesi, gıda enflasyonun artması, sürekli etiketlerin değişmesi… Bütün bunlar derin yoksulluğun göstergesi. İnsanlar yaşamsal ihtiyaçlara kilitlenmiş durumda. Kültür sanat, tatil, dinleme hakları lüks haline gelmiş durumda. Bunun yanı sıra ziyaret ettiğim, haberleştiğim bir çok aile için artık kahvaltılık malzemeler, peynir almak dahi lüks haline geldi. Bunlar tüm Türkiye’nin derin bir yoksulluğa çekildiğini gösteriyor. Yoksulluk, yoksulluğu yaratanlar tarafından yok sayılıyor. Türkiye’nin en büyük sorunu derin yoksulluk iken bunu tartışıp önlem almaya çalışmak yerine sorumlu olanlar sürekli gündemi değiştiriyor. Bunu yoksulluğu, tükenmişliği her gün yaşayan anneler, okula beslenme götüremeyen çocuklar yalnızlaşmış durumda.

Çocuklardan işçi ordusu yaratıldı

İSİG’in Eylül ayında yayınladığı rapora göre 2024 yılında hayatını kaybeden çocuk işçi sayısı 66, Türkiye’de çocuk işçi oranı 22.1. Resmi rakamlara göre 720 bin çocuk işçi bulunuyor ancak bu orana mevsimlik çocuk işçiler ve MESEM kapsamında çalışan çocuklarda eklendiğinde yaklaşık 2 milyona yükseliyor. Yine İSİG’in raporuna göre son 10 yılda 695 çocuk işçi hayatını kaybetti. Foggo konuyla ilgili olarak yaptığı açıklamada "Türkiye'de çocuk işçiliği yasal değildir.Bunu engellemek için önlemler alınması gerekirken tam tersine teşvik edilir şekilde çocuk işçiliğin önünün açıldı. Ucuz işgücü olduğu için yetişkinlerin çalışmadıkları işlerde çocuklar çalıştırılıyor"diyerek , MESEM’lerin bu verinin dışında tutulduğunu şöyle anlattı:

Çocuklar eğitimden kopuyor 

“Bir çocuk işçi ordusu yaratıldı. TÜİK’in son verilerine göre çocuk işçi oranı yüzde 22.1 e ulaşmış durumda ki bu yüzdeni içerisinde MESEM’e giden çocukların sayısı yok. 450 bini aşkın çocuk haftanın dört günü çalışıyor. Ayrıca çalıştığı için açık lisede okuyan çocuklar var. Eğitim de lüks arttık aynı zamanda aileler için umut olmaktan çıktı. Buna ilişkin önlemler alınması gerekirken tam tersine köy okullarında servislerin kaldırılmasıyla birlikte çok fazla çocuk okulu bıraktı. Onların da birçoğu çalışmaya başladı. Bu durum teşvik edilen bir hale döndü. Ucuz işgücü olduğu için yetişkinlerin çalışmadığı işlerde çocuklar çalıştırılıyor. Bu bir neslin kaybedilmesi anlamına geliyor ve nesiller arası yoksulluğun miras bırakılması demek. Yine TÜİK’in kuşaklar arası araştırma raporunda 14 yaşında olan bir çocuğun yetişkin olup evlendiğinde yine yoksulluk yaşadığını ve bu oranın yüzde 24.4 olduğunu belirttiler. Bu verilerde nesiller arası yoksulluğun devam ettiğine devam edeceğine dair bir gösterge.”

Bakandan tık yok! 

Yoksulluk ve çocuk işçiliğinin birleştiği en önemli örneklerinden biri olan Şirin Elmas’ı hatırlatarak anasınıfına gitmesi gereken bir çocuğun ihmaller zinciri altında hayatını kaybettiğinin altını çizdi:
“612 bin çocuk ekonomik nedenlerle okul dışında kalıyor. Ama Milli Eğitim Bakanımız bu sorunu bir kere bile ağzına almadı, kendi sorumluluğu dışında daha sansasyonel gündemler yaratma peşinde, oysa çocuklar okulda değilse sokakta ise risk altında demektir. En önemli örneklerinden biri Şirin Elmas, belki anasınıfına gitmesi gereken bir çocuk sokakta ihmaller zincirleri altında bu ihmalciliğin içerisinde aile de var kamu kurumları da var. Okul, Aile Bakanlığı ve aile bu zincirin parçası ancak biz yalnızca aileyi tartıştık. Tıpkı İzmir de olduğu gibi suçlu sorumlu olması gereken kamu kurumları dışında herkes. Suça sürüklenen çocukların, mağdur çocukların sayısı her gün artıyor.”

Tasarruf yoksullardan yapılıyor 

Derin yoksulluğun ekonomiden umutsuzluğa bağlandığını ve okulsuzluğun en önemli nedenlerinden birinin gelecekten umutsuzluk olduğunu ifade eden Foggo, okuldan vazgeçilmemesi için hiçbir kolaylık sağlanmadığını aksine tasarruf tedbirleri adı altında eğitime erişimin zorlaştırıldığından bahsetti. Foggo, okul servislerinin kaldırılmasını örnek gösterdi: “Çocukların okulsuzlaşmasını en önemli nedenlerinden biri de artık eğitimin bir gelecek bir umut olmaktan çıkması. Geçtiğimiz öğretim yılında 128 bin üniversite öğrencisi okulunu bıraktı. Baktığımızda anasınıfından üniversiteye kadar eğitim umut olmaktan çıkmış durumda. Göz göre göre okul servisinin kaldırılması, bilimsel araştırmaların önemsenmemesi, köy okullarının işlevine devam etmesi gerekirken okulların kapatılıp servislerinde iptal edilmesi. Araştırmalarda okul servisi olmasaydı bizi erkenden evlendirirlerdi diyen kız çocuklarının sayısı oldukça fazla. Eğer bu araştırmalara bakılsaydı böyle bir tasarruf tedbiri konulmazdı. Eğitimden, gıdadan, kültür sanattan çocuklardan tasarruf olmaz. Tasarruf tam tersine onların önünü açmaktır ki yoksulluk kalıcı olmasın. Tasarruf tedbirleri ‘nereden nasıl para alabiliriz’ diye koyuluyor. Erken çocukluk eğitimi ücretsiz olmalıyken anasınıfları ücretli oluyor bu tedbirler en çok da derin yoksulluk yaşayan ailelerden alarak ekonomiyi büyütmeye çalışılıyor.”

Mustafa Kemal'in askerleriyiz !

Yazıya cevabını merak ettiğimiz bir soruyla başlayalım. Sonra devam ederiz. Evet soru şudur ; Türkiye Cumhuriyeti'nde “Kılıçları kınından çıkarıp ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ demek ne zamandan beri disiplinsizlik oldu?” Hepinizin bildiği gibi, Kara Harp Okulu’nun 30 Ağustos’ta düzenlenen mezuniyet töreninde teğmenlerimiz, ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ sloganı atmış ve resmi yemini okuduktan sonra protokolün tören alanından ayrılmasının ardından geleneksel yeminlerini okumuşlardı. ‘Mustafa Kemal’in askeriyiz’ sözü AKP iktidarını her zaman rahatsız etmiştir. 

Darbe paranoyası yaşıyorlar

Darbe paranoyası tutan Cumhurbaşkanı Erdoğan, gencecik teğmenlerimizi hedef gösterdi, zan altında bıraktı, vatansever teğmenlerin ne istismarcılıkları kaldı ne de hainlikleri. Şimdi Teğmen Ebru Eroğlu ve Teğmen İzzet Talip Akarsu, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Disiplin Kanunu’nun 20’nci maddesinin c fıkrası uyarınca disiplinsizlik yaptıkları iddiasıyla TSK'dan ayırma cezası istemiyle Yüksek Disiplin Kurulu'na (YDK) sevk ediliyor. Kılıçları kınından çıkarıp ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ demek ne zamandan beri disiplinsizlik oldu? Teğmenlerimiz sizin için nasıl bir tehlike arz ediyor da ihracını talep ediyorsunuz? Bu şerefli üniformayı bir teğmenin üzerinden çıkarmak, onların geleceğini karartmak bu kadar kolay mı?

Disiplinsizlik değil vatanseverlik

“Teğmenlerimizin Atatürk’e olan bağlılıklarını dile getirmeleri bir disiplin suçu değil, olsa olsa bir vatanseverlik göstergesidir” Genç teğmenlerimizin Atatürk’e olan bağlılıklarını dile getirmeleri bir disiplin suçu değil, olsa olsa bir vatanseverlik göstergesidir. Burada yapılmak istenen TSK’nın ve onun en temel değerlerinin sistematik bir şekilde itibarsızlaştırmak, ülkemizin savunma gücünü, ordumuzun itibarını ve Atatürk ilke ve devrimlerine dayalı devlet yapımızı hedef almaktır. Bu saldırıyı yalnızca teğmenlerimize değil, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu değerlerine ve milletimizin ortak vicdanına yapılmış bir saldırı olarak görüyor ve sesleniyoruz: Teğmenlerimizin ihraç taleplerini ivedilikle geri çekin. TSK’yı yıpratacak, ordu mensuplarını incitecek bu tavrınızın affı da geri dönüşü de yoktur. Yol yakınken bu hatadan vazgeçin, geri dönün.”

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *