Hasanoğlan’dan İmamoğlan’a (7)
İsmail Hakkı Tonguç: “İnsanı öteki varlıklardan ayıran, ayakta durabilmesi ve elini kullanabilmesidir. El, doğanın insana verdiği en kullanışlı araçtır. Uygarlık insan eliyle, insan beyninin birlikte yarattığı bir sonuçtur. İnsan, eliyle beynini birlikte kullanmaya başladığı gün, uygarlığı da tarihi de başlatmış olmaktadır.”
Köy Eğitmenleri Yasası’nın çıkmasıyla eğitmen kursları çoğalmaya başlar. Mahmudiye ve Kızılçullu kurslarında, 400’den çok nüfuslu köyler için iki köy öğretmen okulu açılıp, denemeye geçilir. İsmail Hakkı Tonguç, “İlköğretim Kavramı” adlı kitabında konuyla ilgili şunları söylemektedir: “Bu okulların açılmasıyla, köy eğitimine iki yönden el koyulmuş oluyordu. O güne kadar üstüne gidilmeyen köyde eğitim sorunu, böylece hızla ele alınarak, ilköğretim yönünden yüzyıllardır geri kalmış köyler için önemli çalışmalara girişiliyordu... Her şey yeniden ele alınarak deneniyordu.”
Eğitmenlerden köylerde sadece okuma-yazma sorununa çözüm olmaları düşünülmemektedir. Dağınık, bitkin, yalnız bırakılmış köyleri harekete geçirmek için o köyün en kuvvetli insanını yetiştirerek sosyal ve kültürel işlerde de rol sahibi yapmaya çalışılmaktadır.
Tonguç, Manisa Millî Eğitim Müdürü Rauf İnan’a yazdığı bir mektupta şu konulara parmak basmaktadır: “ ... Her şeyi basite indirgemek birinci koşul. Kurs eşyası ve yapıları böyle bir renk göstermelidir. Ot Yatak, battaniye, temiz çarşaflar, tahta karyola, bakır sahan ve bardaklar. Çiçekli sofralar. Bir masadan yemek, ders, konferans, atölye ve benzeri gibi birçok işler için yararlanmak, kursların eşya kullanmadaki ilkelerinden biri olmalı. Kursların kendi kendilerini yaratmaları en önemli noktayı oluşturur. İşi bizim klasik işler gibi düşünüp merkezden yardım beklerseniz, buradan belki para alabilirsiniz ama ruhu vermek merkezin işi değildir.”
Tonguç, eğitmenlere, eğitirken gönüllerini de ortaya koymalarını, eğitim yuvalarına bir ruh katmalarını istemektedir. Kurs eşyalarına kadar düşünülen bir eğitim seferberliği... Basında sıklıkla yer alan günümüzün idrar kokan, pislik içinde yüzen okullarını düşündükçe, insanın içi burkuluyor.
Tonguç, köy eğitmenlerinin ve öğrencilerin eğitilmesinin yetmeyeceğini, ailelerin de eğitimin içine dâhil edilmesi gerektiğini düşünmektedir. Edirne Karaağaç kursu yöneticisi Ferit Oğuz Bayır’a yazdıklarını kısaca verelim: “... Yepyeni bir denemeye girişmek istiyoruz. Sizdeki öğrenci ve eğitmenlerden anasını, karısını, kız kardeşini ya da ablasını getirip okutmak isteyenler bulunursa, onları başlangıçta 15-20 kişi olarak toplayıp, okuma-yazma öğretmek, dikiş, biçki ve ev idaresi göstermek; bu şekilde köy eğitmeninin ailesini yetiştirmek istiyoruz. Ama onların görevi eğitmen gibi çocuk okutmak olmasın. Daha çok, eve ait işleri köy kadınlarına öğretmek olsun.“
Tüm bu çalışmalar sürerken, Çifteler ve Kızılçullu’da ayrı bir programla ama aynı kurum içinde açılan “köy öğretmen okulu” denemesi ile çok programlılığın temelleri atılır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün yaktığı eğitim meşalesi, ülkenin en ücra köşelerine kadar aydınlatmaya başlamıştır. ABD’li araştırmacı Fay Kirby, “Türkiye’de Köy Enstitüleri” adlı kitabında şu tespitlerde bulunmaktadır: “Köylü çocuklarının kendi kendilerine uzun süre çalışabilme alışkanlığı kazanmış oldukları görülüyordu. Bilgiye aç kurtlar gibi atılıyorlardı. Doğa ve fizik yasalarını kavrayışları, öğretmenlerin kitap bilgilerini aşıyordu. ... Onların imece yöntemiyle yapamayacakları yoktu. Öğretmenle öğrencinin birlikte çalışması, aralarındaki ilişkiyi kendiliğinden en iyi biçimde düzenliyordu. Bu yeni davranışlarla, ‘mektepçilik’, ‘köycülük’ kokusunu silecek yepyeni bir eğitim yaratılıyordu.”
Eğitmen kursları verimli bir şekilde çalışmaktadır. Çifteler ve Kızılçullu’dan sonra Trakya’da da bir kurs açılır. İsmail Hakkı Tonguç, “Anadolu Raporu” niteliği taşıyan “Köyde Eğitim” adlı bir kitap yazar. Kitap, Millî Eğitim bakanlığı yayınları arasında “İlkokul Öğretmen Kılavuzları Serisi” nin sekizincisi olarak 1938’de yayınlanır ve dağıtılır. Tonguç, Batıdaki ilköğretim kurumlarını incelemek üzere iki ay için Bulgaristan, Macaristan, Yugoslavya, Almanya ve Avusturya’ya gönderilir. (28 Ağustos 1938) Bu geziden dönüşte MEB’in “İlköğretim Gazetesi”nde, “Başka Ülkelerde Köy Eğitimi” başlığı altında üç bölümlük bir yazısı yayımlanır. Yazısında, Bulgar ırkının %93’ünün okuma yazma bildiğini, lise eğitiminin 4+3 yıllık temel eğitimin üstündeki ortaöğretim kurumlarında, çoğu mesleğe yönelik olarak verildiğini; Macaristan’da zorunlu eğitimin 16 yaşına kadar olduğunu, köylerde tarım işlerinin modern teknolojik yollarla yapıldığını anlatır. Tonguç, baştan bir köylü ülkesi olduğunun altını çizdiği Almanya için de şöyle bir tespitte bulunuyor: “Almanya’nın, kendi yerinde kentleşme ve bayındırlaşma, eğitimde değişmeyi beraberinde getiriyor.”
Atatürk, bölge insanına yerinde istihdam sağlayacak dev fabrika projelerini Anadolu’dan başlatmamış mıydı? Aynı şekilde eğitim de Anadolu’dan başlatılmaktadır. Bu sayede köyden kente göç de önlenmiş olmaktadır. Günümüzde mahalleye çevrilen köylerin okullarını kapatarak, çocuklarını “taşımalı eğitim” e mahkûm eden zihniyet, Atatürk’ün eğitim anlayışından ne kadar uzakta değil mi?
Cumhuriyet’in kurucusu Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk, sonsuzluğa yürümüştür. Türkiye’nin üzerine ağır bir karanlık çökmüş gibidir. Ülkenin dört bir yanında koyu bir hüzün hâkimdir. Toplumsal bir ağıt göklere yükselirken, acılar sel olup sonbaharın sararmış yapraklarına karışmaktadır. İsmet İnönü, Atatürk’ün naaşı önünde eğilir; “Sevgili Atatürk! Devrimlerinin yılmaz bekçileriyiz. Sen rahat uyu!” diyerek Türk toplumu adına izinden gideceği sözünü verir. İnönü ayrıca, “Köyde Eğitim asla aksamayacak, kaldığı yerden sürecek!” diyerek kesin bir görüş bildirir.
Millî Eğitim bakanı Saffet Arıkan, Atatürk’ün vefatından çok sarsılır ve sağlığı bozulur, görevinden ayrılır. Yerine gerçek bir devrimci ve genç Maarif Müfettişi İzmir Milletvekili Hasan Âli Yücel getirilir. (28 Aralık 1938) Yücel, Millî Eğitim Bakanlığını içinden tanıyan, felsefe ve eğitim birikimi olan bir devlet adamıdır. İşe alışmak için bir süreye de ihtiyacı yoktur. Tonguç onu yapılanlarla ilgili aydınlatmaktadır. Yakın köylerdeki eğitmenlerin çalışmalarını görmeye götürmekte, Mahmudiye ve Kızılçullu’da denenen öğretmen yetiştirme uygulaması ile eğitmen kurslarını gezdirmektedir. İkisi çoktandır birlikte çalışıyor gibi ortak bir anlayış, sevgi ve saygı doğrultusunda yakınlaşmışlardır. Bu muhteşem ikili 1946’ya kadar birlikte çalışacaklardır; tâ ki “şer odakları” devreye girene kadar...
İsmail Hakkı Tonguç, “Canlandırılacak Köy” adlı bir kitap yazmıştır. Bir paragrafını alalım: “... Köy sorunu bazılarının sandığı gibi tekdüze bir köy kalkınması değil, anlamlı ve bilimsel düzeyde köyün içten canlandırılmasıdır. Öylesine canlandırılmalı ve bilinçlendirilmeli ki onu hiçbir kuvvet yalnız kendi hesabına ve insafsızca istismar edemesin, köle ve uşak yerine koymasın...”
Günümüz köy yaşamını düşünecek olursak böyle mi oldu? Elbette hayır!
1939 Temmuz ayında Ankara’da ilk Eğitim Şûrası toplanır Tonguç’un yazdığı “Canlandırılacak Köy” adlı kitabı bildiri olarak şûrada görüşülür. Ayrıca “Köyde eğitimi yüzde yüz gerçekleştirecek ve köyü eğitim yoluyla canlandırma sorunu çerçevesinde yapılmış çalışmalardan yararlanılarak hazırlanan bir rapor Şûra’ya sunulur. Rapor, aydınlar ve uzmanlar tarafından günlerce tartışılır. Birinci Millî Eğitim Şûrası, köy davası ve ülkenin eğitim politikası için oluşturulacak kamuoyu ile “Köy Enstitüleri” adıyla oluşturulacak olan Türkiye’nin yeni eğitim kurumlarına ışık yakması ile tarihsel bir önem taşıyacaktır.
Şûra’nın en önemli kararlarından kısaca bahsedelim: “...Açılmış ve açılacak köy okullarından ‘eski üç sınıf’ düzenlemesi kaldırılıp, tüm köy okulları beş sınıflı yapılacaktır. Köy öğretmeni, başka ülkelerde olduğu gibi beş sınıfı birden başarıyla yönetecek donanımda yetiştirilecektir. ...Çocukların geleceğini devlet kapısında aramak yerine başka mesleklere ve tekniğe yönelmelerine önem verilecektir. Çok sayıda öğretmen yetiştirme planı hızla uygulanacaktır. Öğretmenlerin köyde iyi çalışabilmeleri için her türlü önlem alınacaktır. ”
Günümüz gençlerinin Kamu Personel Seçme Sınavı (KPSS) kapılarında nasıl süründürüldüğünü düşünecek olursak, Şûra’da alınan kararların devrimsel niteliği çok daha iyi anlaşılacaktır.
Devam edecek…