Bir uygarlık güneşi: Cumhuriyet
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı nedeniyle yıllardan beri sürdürdüğüm geleneği devam ettiriyorum. Bugün de köşemi, Saint Benoit Fransız Lisesi Hazırlık Sınıfı Öğrencisi Zeynep Nisan Kırcaoğlu'na bırakıyorum...
Milli bayramlarımızla ilgili duygularımı yazmaya ilkokul çağlarında başlamıştım. Bugün liseli bir genç olarak, aynı duygularımı ilk günkü heyecanımla kaleme alıyorum.
O’nu her yazımda araştırdığımda, O’nun hakkında bir yazı kaleme aldığımda, bir kitap okuduğumda, bir sözünü duyduğumda Atama olan hayranlığım her geçen gün daha da artarak çoğalıyor. “Ne kadar büyük bir adammış” diyorum, 57 senelik ömrüne neler sığdırmış. Cumhuriyeti korumaya and içtim.
O’nu her gün özlem ve saygıyla anacağım...
19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a çıkarak büyük fedakarlıklarla başlattığı milli mücadele, yüce Türk milletinin inanç ve azmi sayesinde başarıyla sonuçlanmış; 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyetin ilanıyla da Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulmuştur.
Bu zorlu mücadele elbette kolay olmadı.
Türlü sıkıntılarla, “Ya istiklâl, ya ölüm!” inancıyla verilen örnek mücadele zeki ve cesur bir liderin önderliğinde başarıya ulaşmıştır.
Bu büyük varoluş mücadelesinin seyrine şöyle bir göz atacak olursak; Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Atatürk’e, Musul veya Selanik üzerinden yürümesi için telkinler yapılıyordu. Hatta o günlerde Yugoslavya Kralı Atatürk’e, Selanik’i ve Batı Trakya’yı Yugoslavya ve Türkiye arasında paylaşmayı, bunun için Yunanistan üzerine sefer yapmayı önermiştir. Ama Atatürk gerçekçiydi. Olmayacak düşler uğruna uygarlık projesinden vazgeçmedi. Savaşı sürdürmek istiyordu ama askeri bir fatih olarak değil...
Atatürk, büyük meydan muharebelerinde kazanılan askeri zaferleri asla amaç olarak görmezdi.
Ulu Önder, 2 Şubat 1923’te İzmir’de halka seslenirken şöyle diyordu:
“Hiçbir zafer amaç değildir. Zafer, ancak kendisinden daha büyük olan amacı elde etmek için gereken en belli başlı araçtır.”
Kurtuluş savaşını kazandıktan sonra atamızın savaşı bitmemiştir ve savaşın uygarlık boyutu başlamıştır. Evet, Atatürk için asıl zafer askeri zaferler değil ondan sonra kazanılacak olan uygarlığın zaferidir. Atatürkün amacı Türk toplumunun içinde bulunduğu karanlıktan kurtarmak, ona çağdaş yaşamın yollarını göstermekti. Bu yüzden 30 Ağustos 1922 Zaferinden hemen sonra: “Millî Mücadele’nin birinci evresi kapandı. Artık ikinci evresi başlıyor!” demişti. Amaç çağdaşlaşmak, en kısa zamanda
çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak. Toplumu geride bırakan zincirleri kırmak, geleneksel baskıyı ve ülkenin ilerlemesine set çeken engelleri ortadan kaldırmaktı.
Atatürk; “medeniyet” derken “uygarlığı” kastediyordu. Atatürk’e göre dünyada “tek bir medeniyet” vardı. Ortak aklın ve ortak insanlık birikiminin eseri olan “medeniyet güneşi” ve oda 20. yüzyılın başlarında Batıdaydı.
10 Ekim 1923’te Fransız Gazetesi olan Revue des Deux Monde’ de gazeteci Maurice Pernot’e verdiği demeçte;
“Memleketler çeşitlidir, fakat medeniyet birdir ve bir milletin ilerlemesi için tek medeniyete katılması lazımdır. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü Batı’ya karşı elde ettiği zaferlerden çok mağrur olarak kendisini Avrupa milletlerine bağlayan ilişkileri kestiği gün başlamıştır. Bu bir hata idi. Bunu tekrar etmeyeceğiz.” demiştir
Yani ‘’Asıl kurtuluş savaşına zaferden sonra girdi. Falih Rıfkı Atay’ın dediği gibi ; “İnkılâp düzeninin Atatürk'ü, zaferin Mustafa Kemal ́ini gölgede bıraktı. Kendi gene kendini geçti.’’
Kurtuluş Savaşı’nın hemen ardından yaptığı açıklamalarda ;
“Bundan sonra pek mühim zaferlere kavuşacağız. Fakat bu zaferler süngü zaferleri değil iktisat ve ilim zaferleri olacaktır. Ordumuzun şimdiye kadar kazandığı zaferler, memleketimizi gerçek kurtuluşa kavuşturmuş sayılmaz. Bu zaferler ancak gelecek zaferimiz için değerli bir zemin hazırlamıştır. Askeri zaferlerimizle mağrur olmayalım. Yeni ilim iktisat zaferlerine hazırlanalım” diyordu.
Atatürk sadece askeri zaferleriyle düşmanı denize döken bir komutan değil aynı zamanda biz gençlere ilerleme ve medeniyete doğru yol açan bir adamdı. Bize düşen görev de bu yolda tereddütsüz ilerlemektir.
Bir ifadesinde Ulu Önder; “İşte meydan. Kahraman ordumuz görevini yaptı. Bundan sonra, memleketin ilim ve irfan sahipleri, memurları, milletvekilleri, işadamları başa geçtiler. Kendilerini göstersinler. Bu Aziz vatanı özgür ve mutlu hale getirsinler.” diyordu.
Atatürk, “ilim ve iktisat zaferlerini “ kazanabilmek için her yönüyle uygar ve çağdaş bir toplum yaratmak gerektiğini düşünüyordu.
“Dünyada bir milletin varlığının değeri özgürlük ve bağımsızlık hakkı, sahip olduğu ve yapacağı medeni eserlerle orantılıdır. Medeniyet yolunda yürümek ve başarılı olmak hayatın şartıdır. Medeniyetin icatları, fennin harikaları, dünyayı değişiklikten değişikliğe sürüklediği bir dönemde yüzyıllık köhne zihniyetlerle, geçmişe düşkünlükle varlığını koruması mümkün değildir. Medeniyetin coşkun seli karşısında direnç boşunadır. Dağları delen, gökyüzünde uçan, göze görünmeyen zerrelerden yıldızlara kadar her şeyi gören, aydınlatan, inceleyen
medeniyetin kudret ve yüceliği karşısında Ortaçağ zihniyetiyle, ilkel hurafelerle yürümeye çalışan milletler mahvolmaya mahkumdurlar.” diyordu
Ulu önderin idealleri de büyüktü...
Yapılması gerekenlerin çok olduğunu İzmir’de halka seslendiği konuşmada şöyle sıralıyordu:
“Yol yapacağız, demiryolları, limanlar yapacağız. Sonra tamamen çağdaş ve bilimsel
araçlar kullanarak tarımımızı yükselteceğiz. Sonra sanatkârlarımızı yetiştireceğiz ve onların sanat eserlerinden yararlanacağız. Çok miktarda dünya ile rekabete girecek tarzda hareket edeceğiz. Bu da fabrikalarla olacaktır.”
Kurtuluş Savaşı’nın kazanılıp düşmanın denize dökülmesinin üstünden daha altı ay kadar zaman geçmişti. Henüz Lozan Antlaşması imzalanmamış, Cumhuriyet ilan edilmemişti. İstanbul ve Boğazlarda İngiliz kuvvetleri vardı. İşte o koşullarda Atatürk, 1 Mart 1923 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılış konuşmasında da şöyle sesleniyordu:
“Uygulamaya dayanan yaygın bir eğitim öğretim için vatanın önemli merkezlerinde çağdaş kütüphaneler, botanik ve hayvanat bahçeleri, konservatuarlar, atölyeler, müzeler ve güzel sanatlar sergileri kurmak gerekli olduğu gibi, özellikle şimdiki mülkiye merkezlerine kadar bütün yurdun matbaalarla donatılması gerekmektedir.”
Görünen o ki Atamız adeta bir “uygarlık reçetesi” yazmış gibiydi.
101 yıl öncesinde yazdığı bu uygarlık reçetesi adeta zamana meydan okuyor. Çünkü bu uygarlık reçetesi 21.yüzyılda da aynen geçerliliğini koruyor ve bu eserler yarın da uygarlık ölçüsü olmaya devam edecektir. Atatürk 1 mart 1923 tarihli aynı konuşmasında ayrıca “şehitlerin çocuklarına on beş bin kitap dağıtılmasını” istemiştir.
Sevgili Arkadaşlarım O Mustafa Kemal idi.
Hepimizin birer Mustafa Kemal olmasını istedi.
‘Muasırlaşmak’ dedi. Türk milleti Kurtuluş Savaşını kazandı.
‘Asıl savaşımız şimdi başlıyor.’ dedi. Türkiye ́yi ilimle, bilimle ileriye götürmek istedi. Pes etmeyi bilmezdi, yılmazdı. Bir hastalık onu yıkana kadar hiçbir fani onu yıkamadı. Mustafa Kemal ́e 57 yıllık bir ömür bahşedildi. O da hepsini ülkesine verdi.
O’na göre; “Cumhuriyet; fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.” düşüncesi çok anlamlı ve önemliydi.
Bizimde ilerleyen zamanlarda; “Akla bağlılık, kaderci olmamak; Bilim sevgisi ve özerkliği; Sanatseverlik; Kendini ve doğayı tanıma isteği; Araştırma, sorgulama, yaratma tutkusu, buluş gücü; Geleneğe körü körüne bağlanmama; İnsan haklarına saygı, insanlık ülküsü; Hukukun üstünlüğüne inanç, adalet” kavramlarına bağlılığı ilke edinip, çağdaşlaşmanın ve modern dünyada kalkınmış, müreffeh bir ülke olmamız yolunda atacağımız en önemli adımlar olması gerektiğini unutmamalıyız.
Gazi diyor ki: "Biri ben, fert olan, fanî olan Mustafa Kemal..” İkinci Mustafa Kemal'den ise ancak biz diye bahsedebilirim. Yani sizler, çalışan köylü, uyanık, münevver, milliyetperver vatandaşlar... Biz Gençler ! İşte o Mustafa Kemal ölmez! Bu duygu ve düşüncelerle Cumhuriyetimizin 101’inci yıldönümü kutlu olsun...
YÜZYILLAR YAŞA BÜYÜK TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ZEYNEP NİSAN KIRCAOĞLU
Saint Benoit Fransız Lisesi Hazırlık Sınıfı Öğrencisi