İran Cumhurbaşkanı öldü mü, öldürüldü mü?
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve Dışişleri Bakanı Hüseyin Amir-Abdullahiyan ülkenin kuzeybatısında Azerbaycan sınırında meydana gelen helikopter kazasında hayatını kaybetti. Düş(ürül)en helikopter içerisinde Reisi ile Dışişleri Bakanı Abdullahiyan, Tebriz Valisi Malik Rahmeti ve İran lideri Hamaney'in Tebriz Temsilcisi Muhammed Ali Al-i Haşim'in de kazada hayatını kaybedenlerin arasında yer aldığı belirtildi. Reisi'nin helikopterinde bulunan Devrim Muhafızları Ordusu mensubu 2 üst düzey askeri yetkili ile 3 mürettebatın da kazada yaşamını yitirdiği kaydedildi.
İran'da 2021'den bu yana cumhurbaşkanı olan Reisi ve Dışişleri Bakanı Amir-Abdallahian’ın helikopterleri, varış noktaları Tebriz'den yaklaşık 55 kilometre uzakta dağlık, yoğun ormanlık bir bölgeye düştü. Reisi ve beraberindekiler, komşu Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile Aras Nehri üzerindeki sınırların yakınında bir barajın açılışını yapmak üzere dönüyorlardı. Reisi'nin helikopteri transit halindeki üç helikopterden biriydi; diğer iki helikopter Tebriz’e sağ salim geri dönerken Cumhurbaşkanı Reisi ve Dışişleri Bakanı Abdullahiyan’ı taşıyan ortadaki helikopterin ‘kaza’ ve ‘teknik arıza’ ve ‘arazi-hava koşullarının’ gerekçe gösterilerek düştüğü açıklansa da; yaşanan gizemli durum akıllara Cumhurbaşkanın geçirdiği kazanın bir suikast olabileceği sorusunu akıllara getirdi.
İran’da Reisi'nin ölümü siyasi bir krizi tetikleyebilir ve ülkenin din adamları yönetiminde keskin iç çatışmalara yol açabilir. İbrahim Reisi, sınırlı antidemokratik bir seçimde iki dönem görev yaptıktan sonra istifa etmek zorunda kalan sözde ılımlı Hasan Ruhani'nin yerine cumhurbaşkanı olarak göreve geldi.
Muhafazakar Reisi, İran'ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney'e yakın kabul ediliyor. 1989'dan 1994'e kadar Tahran'ın başsavcısı, 2004'ten itibaren on yıl boyunca Adli Otorite başkan yardımcısı ve ardından 2014'te ulusal başsavcı olarak görev yaptı. Onun en kötü şöhreti 1988'de 5.000’den fazla muhalifi kısa sürede ölüme mahkum eden komisyonundaki üç yargıçtan biri olmasıydı. Başkan olarak Hamaney'e itaat etti ve onun talimatlarını titizlikle ve disiplinle takip etti. Bu bağlamda İbrahim Raisi, dini lider Ali Hamaney'e önceki başkanlardan daha sadıktı. Her ne kadar iç siyasette şahin politikaları yürürlüğe koyuyor olsa da; ekonomi ve dış politikada da pragmatist ve ülkenin ılımlı yüzünü temsil ediyordu. Dolayısıyla onun yerine kim geçecekse muhtemelen aynı derecede muhafazakar olacak ancak ekonomi dış politika nasıl bir siyaset izleyecek onu birazda zaman gösterecek.
Raisi ve diğer yetkililer, çoğunlukla ABD'de üretilen sivil Bell 212 helikopterinde uçuyorlardı. Lakin İran'ın yaşlanan uçak ve helikopter filosunun bakımı ve onarımı için gerekli olan ihtiyaç duyulan yedek parçaların ithalatının ABD tarafından yasaklanması kazanın gerçekleşme nedenini rasyonelize etse de inandırıcı görülmemektedir.
Bu bağlamda İbrahim Reisi'nin Ölümünden Kim Fayda Sağlayacak? Sorusu kazanın bir suikast olduğu görüşünü daha görünüyor kılıyor. Çünkü İran'ın helikopter filosunun durumu, arazi koşulları ve kötü hava koşulları göz önüne alındığında bir kazanın kesinlikle mümkün olduğu ortada ancak bu kaza bir ölüm yolculuğu muydu yoksa kasıtlı bir sabotaj mıydı? Sorusu gündeme geliyor. Yani kaza kaçınılmaz olacak ama şüphe uyandırmayacak. Kimin menfaat heybesi dolacak sorusu takdir edersiniz ki; bu seviyeden bilmemiz mümkün olmadığı gibi en iyi cevabı zamana bırakarak görmemiz gerektiğini ortaya koyuyor.
Raisi, yalnızca piyasa reformunu ve Batı ile daha yakın ilişkileri savunan sözde ılımlıların değil, aynı zamanda Raisi'nin daha sert önlemler almamasını eleştiren daha katı grupların da muhalefetiyle karşılaştı. 2021 seçimlerinde Dini lider ve Devrim Muhafızları ile yakın işbirliği içinde olan katı görüşlü bir muhafazakar olarak bilinse de; Reisi yönetiminde İran, Latin Amerika’dan Asya’ya Avrupa’dan Afrika’ya kadar ülkenin dış politikasını modern dünyaya çevirdi. Türkiye ve Suudi Arabistan siyasetinde İran ciddi şekilde yumuşadı. İran yapılan Batı yaptırımlara rağmen ekonomik olarak büyüdü, BRICS’e katıldı, Suudi Arabistan ile ilişkileri yeniden kurdu, Çin ile 25 yıllık bir anlaşma imzaladı ve Direniş Ekseni’nin lideri olarak Filistin’i savundu.Oysa İran, Hamas liderini Tahran’a çağırıp 7 Ekim olaylarından ötürü tepki göstermişti. Hatta Reisi yönetimi iç siyasetindeki şahin görüntüsünü arttırarak, artan protesto ve grevlere karşı sert baskılarla karşılık verdi.
Ortadoğu'da gelişen ve ABD destekli İsrail'in Gazze'deki Filistinlilere yönelik soykırımıyla körüklenen, hızla yoğunlaşan jeopolitik gerilimler bağlamına da yerleştirilmesi gerekiyor. İsrail, ABD ve müttefikleri Lübnan, Suriye ve Yemen'de fiili bir askeri çatışmaya giriyor. Ana hedef İran ve Tahran'a bağlı tüm milisler, partiler veya hükümetler olurken Reisi döneminde paramiliter unsurların eskisi gibi aktif olmadığı gözüküyor. Özellikle Kasım Süleymaniye yakın gruplar intikam için fırsatları beklerken Reisi döneminde daha çok diplomatik açılımlara özen gösterildi.
İsrail, Gazze'de barbarca savaşını sürdürürken, Lübnan ve Suriye içinde yalnızca Hamas ve Hizbullah milislerinin önde gelen üyelerine değil, üst düzey İranlı yetkililere de çok sayıda hava saldırısı düzenledi. Bunlardan 1 Nisan'da Şam'daki İran büyükelçiliğine düzenlenen ve üç üst düzey Devrim Muhafızları liderinin öldüğü hava saldırısıydı. İran’ın verdiği tepki simgesel anlamlardan öteye gitmedi. İsrail’e nitelikli tepki verilmemişti. Elbette İran’da Reisi, büyük karşılağa denk gelmediğini vurgulamamız gerekiyor. Kararları dini lider ve konsey alıyor. Devrim Muhafızları ve silahlı gruplar uyguluyor. Ancak ekonomi ve dış ilişkiler konularında ciddi görüş ayrılıkları söz konusu. Bu bağlamda Reisi aşırı muhafazakar bir aktör olsa da; dış ilişkiler ve ekono konularında klasik muhafazakarla gibi davranmamıştı.
İran'daki siyasi çalkantılardan kimlerin çıkar sağlayacağının listesinin başında İsrail ve ABD söz konusu. Ancak Reisinin dış politika söylemleri ve ticari konularda küreselleşmiş dünya ile uyumu Reisi’nin ölümünde sorumluları İran’ın içerisinde aramamız gerektiğini ortaya koyuyor. Şu anda bilinen çok az bilgiye göre, Reisi ve Emir Abdullahiyan'ın ölümüne neden olan kazanın, İslam Cumhuriyeti'nin yönetici elitindeki muhalif bir grup tarafından veya daha büyük olasılıkla İsrail istihbaratı MOSSAD veya ABD istihbaratı CIA tarafından düzenlenen bir sabotaj eylemi olduğu göz ardı edilemez. Tamam ama İran’da daha çok başbakan Mussadık’a da bir darbe yapılmış; darbeyi İngilizler yapmış olsa da; bir İngiliz ordusu mukavemet etmemiş bilakis İranlı askerler tarafından koltuğundan indirilmiştir.
Hem İsrail hem de ABD, son yıllarda İranlı yetkililere karşı açıkça yasa dışı suikastlar gerçekleştirdi.Ancak helikopter kazası İran kendi iç dengelerinden kaynaklandığı çok açık. ABD ve İsrail’in etkisi göz ardı etmemekle birlikte; İran cumhurbaşkanına suikast, savaş ilanıyla eşdeğer olacaktır. Bu yüzden İsrail’deki aşırı sağ Netanyahu yönetimi ile Siyonist devletin krizi göz önüne alındığında, İsrail etkisi zayıf kalıyor. Ancak ihtimal dışı değil.
Kesin olan şu ki, hem Kudüs'te hem de Washington'da Reisi ve Hüseyin Amir-Abdulahian'ın ölümleri üzerine hatırı sayılır bir mutluluk söz konusuydu ve her iki güç de hedeflerine ulaşmak için bunların sonuçlarından yararlanmaya çalışacaktır. Ancak direk bu senaryonun bir parçası olabileceklerini sanmıyorum.
MAYIS AYINDA SİYASİ KRİZLER
Keza Mayıs ayında dünyanın birçok farklı bölgesinde ağır siyasi krizler yaşanıyor.:
7 Mayıs’ta Suudi Prens MBS'ye suikast girişimi?
11 Mayıs Kuveyt’te Meclis darbesi
12 Mayıs-Senegal'de siyasi krizi
13 Mayıs Gürcistan'da yabancı ajan krizi
14 Mayıs Türkiye'de bürokratik vesayetin darbe girişimi
15 Mayıs Slovakya Başbakanı Fico vuruldu
16 Mayıs-Sırbistan Başkanına suikast girişimi
17 Mayıs-Burkina Faso'da darbe kalkışması
18 Mayıs-Kongo'da darbe girişimi ve son olarak 19 Mayıs'da İran Cumhurbaşkanı ve Dış ilişkiler Bakanının öldürülmesi gösteriyor ki; hiçbir dış müdahale içeride oluşmuş veya oluşturulmuş bir meseleden bağımsız değildir. Bu yaşanan gelişmeler İngiliz siyasetinin etkili olduğu ülkelerde Amerikan Küresel kliğinin iç siyaseti şekillendirme çabasından başka bir şey değildir.
Pazar günkü kaza/sabotaj daha çok İran İslam Cumhuriyeti’nde yaklaşmakta olan bir liderlik kriziyle alakalı olduğunu düşünüyorum. İran’da 30 yılı aşkın süredir Dini Lider olarak hizmet eden, kilit kararlar üzerinde nihai yetkiye sahip olan ve din adamı Ayetullah Ali Hamaney, 85 yaşında ve uzun süredir sağlık sorunları yaşıyor.Yerine oğlu konuşuluyor ancak ülkede karşılığı olmadığı gibi İran elitleri ve dinamikleri tarafından da kabul görmüyor. Hatta bu başkanlık seçimlerinden ötürü Kasım Süleymani’nin bile öldürülmüş olması yüksek ihtimaller arasında.
Hamaney Pazar gününden bu yana yaptığı tüm açıklamalarda rejimin ve kurumlarının istikrarına vurgu yaptı. Anayasaya göre, başkan yardımcısı Muhammed Muhber başkan vekilliğine yükseltildi. Muhber'in Hamaney'e yakın olduğu, 14 yıl boyunca dini liderin vakfı SETAD'a başkanlık ettiği, geniş mülkleri büyük bir himaye ile hizmet ettiği ve giderek daha fazla bağlı olduğu muhafazakar grubun parçası olduğu söyleniyor. Burada yeni Cumhurbaşkanı Türkiye karşıtlığı ile bilinir. Hatta İran’daki Telekomünikasyon ihalesini Turkcell kazanmasın diye Güney Afrika şirketlerine verecek kadar Ankara’yla ilişkiye güvenmiyor.
Batıyla uyumlu olan Dışişleri Bakanı Emir Abdullahiyan'ın yerine dışişleri bakanlığı görevine yardımcısı Kani getirildi. Aslında vefat eden Abdullahiyan ikbal vadeden ve uzun süre devlet tecrübesi olan ülkedeki tüm dinamiklerle arası iyi olan bir devlet adamıydı. Geleceğin Cumhurbaşkanı adaylarından da biriydi. Yeni bakan ise bakan yardımcısı Ali Kani oldu. Bu, Tahran'ın Washington ile diyalog kanalını sürdürmek istediğinin bir sinyali olarak yorumlandı. Nitekim Ali Bagheri Kani'nin Washington'un Umman'da İran rejimiyle yürütmekte olduğu gizli diyaloğun İran tarafının baş müzakerecisidir.
Dolayısıyla İran’da baş gösteren kriz bir dış müdahaleden daha çok iç siyasette başkanlık ve liderlik seçimleriyle alakalıdır. 2021'de yapılan ve Reisi'nin yüzde 60 ile kazandığı son seçimde Koruyucular Konseyi, iki kez eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad da dahil olmak üzere aday adayların çoğunun adaylığını keyfi bir şekilde yasakladı. Ülkede konsey dini lideri seçecek olan bir mekanizmadır. Yılın ilk aylarında yapılan seçimlerde katılım İran devriminden bu yana ilk defa yüzde 50'nin altında kalarak yüzde 41 ile gerçekleşti. Üstelik sayıların oyların yüzde 13'ü de geçersiz sayıldı. Yani seçmenin yüzde 28’i oylamaya nitelikli bir destek vermiş; bu rakam ülkenin batıya dönük yüzü başkent Tahran’da yüzde 20’ler civarındaydı. Sonuç olarak yeni seçilecek olan liderin meşruiyetini tartışma konusu oluşturacağında İran siyasi ve güvenlik elitlerin ciddi bir problem teşkil etti.
Günün sonunda İran'da bu rejimden çok ama çok mutsuz olan çok sayıda insan Reisi'nin o kadar da önemli bir figür olmadığının farkında. Ancak ülkenin Cumhurbaşkanı olmasına rağmen dini lider geçtiğinde durum tamamen farklı olacaktı. Rejimin böyle bir riski en aza indirmek için önemli bir güç gösterisi ve ekstra gereksiz güvenlik gösterdiğini düşünüyorum.